19 Aralık 2017 Salı

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda İsimsiz Rollerin Dehlizi: Bayrak (Berkun Oya)

Berkun Oya'yı onun kendi yazdığını(Eller Yukarı Bu Bir Oyundur) beğenmediği yıllardan tanıyorum. O bu gerçeği oyundan 3 yıl sonra(2012) bir gazete yazısında itiraf etmiş. Takip eden yıllarda televizyonda da yaptığı bazı işler beni çok çekmedi. Aramızda bir mesafe oldu hep. 2003 yılında onun uyarladığı Yaban, 2007 yılında İyi Seneler Londra da aramızı ısıtmadı. Krek'te yaptığı oyunlar çok ses getirdi, özel "Berkun Oya seyircisi" oluştu. 2002 yılından bugüne kadar pek çok ödül aldı Berkun Oya. Ama ben hep uzak durdum. İstanbul Devlet Tiyatrosu Bayrak'ı sahnelediğinde(2017) ihmal ettiğim yazarı tanımak istedim. Ben de değiştim tabii ki. Seyretmeden önce okuduğum tekst, Bayrak(2008), zihnimdeki Berkun Oya imgesini değiştirdi. Oyunu seyrettim.


15 Aralık 2017 Cuma

Nahid Sırrı Örik'in Edebi Kişiliği, İhanet'in Hikâyesi ve Tasarımlar


Bu, Kafa Dergisi'nin Ocak 2017 sayısında yayımlanmış olan yazının devamı niteliğindedir. O yazı ile birlikte okunmalıdır. 


MÜZİK TASARIMI (ÖZEL BİR İSİM YOK)

Yönetmenin, yazarın Alın Yazısı piyesinden esinlenerek oyunun içine yerleştirdiği Müzeyyen Senar şarkıları atmosfer yaratmakta başarılı. Ancak ben Müzeyyen Senar'ın oyuna katılış yerleri ile hem fikir değilim. Mâdem oyun içinde  var o zaman perdenin derinlerden gelen bir "Müzeyyen Şarkısı" ile açılması ve sahnenin yavaş yavaş aydınlanmasını isterdim ki oyun sonundaki Müzeyyen şarkısı açılan parantezi kapatmanın anlamı olsun. İkinci Perde'nin başında bir şarkı daha olması gerekiyor diye düşünüyorum ki bu, arada geçen zamanı da vurgulayacaktır.  Üçüncü Perde'nin  ve oyunun sonunundaki Müzeyyen Senar şarkıları ile hem fikirim. Ancak oyun sonunda Müzeyyen Senar'ı pusların içinden çıkararak hayâlden gerçeğe dönüştürmesini ve de perdeye yansıtılan ve olmadığı halde gerçek algısı veren aile albümünü sevdiğimi söyleyemem. Oyunun, pencere perdesinin kapanması ile bitmesi iyi olurdu. Vardar Ovası şarkısı anlamlı bir güzellik ama oyun bittikten sonra geliyor.  

DEKOR TASARIMI(Hakan Dündar)

Birinci ile ikinci perde arasındaki dekor farkı, sosyal değişimi göstermesi yönünden  yeterli değil. Birinci Perde dekorunda Anadolu motifli bir sedir eksik. Nahid Sırrı, "Isparta halısının yerine yerde acem halısı vardır" derken aslında bir ayrıntıya dikkat çekmiş. Bu bence değişim fikri için için bir yol göstermeliydi diye düşünüyorum. Özen Yula halı kullanmamış keşke kullansaydı zira sahne çıplak kalmış. Genel olarak dekorun bu kadar geniş bir alana yayılmasının nedeninin turnede oynandığına bağlamak istiyorum. Özellikle Zonguldak'taki ev çok büyük. Herhalde Ankara'da daha küçük sahnede oynanıyordu oyun.  

KOSTÜM TASARIMI(Özge Akarsu)

Kostümlerin zaman içinde değişiminde de dekorda seçilen eğilim geçerli. Birinci perdedeki Sacide sonraki sahnelere göre daha mütevazı, Macide ise Zonguldaktaki evinde baba evindekinden daha mütevazı giyinmeliydi. Bu Sacide'deki zenginlikle gelişen ihtişamı, Macide'de de ise tevazuyu göstermeliydi. İnsanların abartılı kıyafetlerinde(Örik'in tanımına uysa da) yansıyan batı taklitçiliğini gerçekçi bulmadım. İktisat Bakanlığı Genel müdürlerinden Mahmut Ata ile zevcesi(eşi) Fıtnat'ın kostümleri bence fazla modern. Modernleşmesinin onlardaki yansımasının bir sınırı olduğunu anlamalıydık. Gönüllülüğü değil zorakiliği hissetmeliydik. Züppeliğin ve bozulmanın simgesi olan Halim Bey ve oğlu karşısında itidali ve geleneği yansıtmalıydılar. Özellikle yalnız oldukları sahnede Mahmut Ata ve Fitnat'ın gelenekselden kopamadıkları gösterilmeliydi. Halim Bey karşısında ise yapmacıklıkları(sakarlıkları) ortaya çıkmalıydı.

IŞIK(OSMAN UZGÖREN)
Işığın oyunda yaratıcınbir öge olarak kullanıldığını düşünmüyorum.

Birinci perdenin sonunda Sacide'nin yere düşüşü bir çeşit "foreshadowing" ama bir başka benzeri yok oyunda tek kalıyor.  

Oyun öncesi fuayenin hazırlanması Devlet Tiyatroları'nın son zaman oyunlarında rastlanan bir Özen Yula klasiği olma yolunda. (Gayri Resmi Hürrem'de de benzer bir ön oyun var.) Döneme ait fotoğraflarla hazırlanmış panolar, o dönem kıyafetleri ile arzı endam eden oyuncular seyirci için bir hoşluktan öte gitmiyor diye düşünüyorum. Seyircinin oyuna hazırlanmasını sağlıyor mu emin değilim.



Nahid Sırrı Örik'in Edebi Kişiliği

Nahid Sırrı Örik, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı hakkındaki "Sönmeyen Ateş" isimli oyunu 1932-1933 tarihleri arasında yazmış, 1936 yılında yeniden gözden geçirmiş. Yazarın  "Halkevlerinde oynanması hakkı Halkevlerine aittir" notu da dikkate alındığında, o döneme bugünden bakan bazı yazarlarca Nahid Sırrı Örik'in bu eseri, "ulusal kimliği tiyatro ile kurmak" üst başlığı altında "sanatta dirijizm"e örnek olarak gösterilmektedir. "Cumhuriyet'in o döneminde hiç söz edilmemiş olması, oynandığı hakkında hiç bilgi olmaması bir garip" (Raşit Çavaş) (Dirijizm, devletin ekonomik faaliyete sistemli bir şekilde müdahalesi anlamında olup, devlet kontrolü altındaki egemen ekonomik sistemi iade eder."(Bünyamin Aydemir) "Bir siyasi inkilap rejiminin edebiyat ve sanata da uzayan dirijizmi"(Reşat Nuri))
Nahid Sırrı Örik tiyatroyu çok ciddiye almış bir yazardır. Bahriye Çeri'nin "Bir Cihan Kaynanası: Nahid Sırrı Örik" isimli kitabında Örik'in tiyatro salonları, oyuncular, yönetmenler, eleştirisi üzerine yazdığı pek çok yazıdan bahsedilir. Örik tiyatro eleştirisi de yazmış ve eleştirmen ve de eleştiri üzerine bir takım kriterler koymuştur.
Oğlak Yayınları tarafından basılan Bütün Oyunları kitabında Örik'in altı oyunu yayımlanmıştır. O oyunlardan biri olan Alın Yazısı oyunundaki Mualla ile oğlu Şefik, Çehov'un Martı'sındaki Arkadina ile oğlu Treplev'den esinlenilmiş gibidir. Örik'in Çehov'dan etkilendiğini gösteren önemli bir örnektir.

Tahir Alangu'ya göre Nahid Sırrı Örik'in "düzgün, rahat, heyecansız bir ifadesi" vardır. Alangu, "Nahid Sırrı Örik, olup bitenleri yakından  gözlemekle beraber, onlar(Sadri Ertem, Reşat Enis) kadar kadar sert ve hırpalıyıcı olmaya lüzum görmeden zaman zaman müstehzi de olabilen duygusuz bir anlayışla konulara el atıyordu." demiş.  Örik, tarihimizde hiç de alışılmadık bir II. Abdülhamid çizmiştir(Abdülhamid Düşerken). "Ne kızıl sultandır ne de ulu hakan.Bazı fotoğraflarının saptadığı gibi biraz soğuk, biraz bıkkın biraz bezgin."(Selim İleri)
Nahid Sırrı'nın kadın kahramanları onu unutulmaz kılar. Kardeş ilişkileri, kıskançlık, ihanet, merhamet duygularının dehlizlerinde dolaştırır okuyucusunu. Çıkara dayanan evlilikler, kadınlar için kurtuluş yoludur.

Nahid Sırrı için ihanet anahtar kelimedir. Devletine, eşine, hayâllerine ve nihayet kendine ihanet onun dünyasının demirbaşlarındandır. (Kayahan Özgül)
Nahid Sırrı olay hikayesinden durum hikayesine geçişimizde bazen katalizör bazen de adaptör rolünü üstlenen üç beş isimden biri olduğu üzerinde genellikle durulmaz.(Kayahan Özgül)

Nahid Sırrı'nın diyalogları günümüz için bile çok nettir. Kişiler birbirlerinin yüzlerine çok açık konuşur zihinlerindeki apaçık ortaya koyar. Tarafların sukûnetle karşıladıkları bu yüzleşmeler belki de dramanın ihtiyacı olduğu gerilim yaratmaz ama okuyucuyu, seyirciyi "insanca" bir durum içinde düşünmeye davet eder. Zaman geçişleri saklı cümleler içinde verilir.

"Celal bir senden beri serbest"(Mahmut Ata),"Bir seneden beri yaptıkları seyahatleri bir düşün"(Celâl) "Üç senden beri bu manzarayı seyrediyoruz"(Celâl), "Halim'i tam ondokuz gün evvel bir sabah şafak vaktinde yarı giydirilmiş bir halde getirdiler, kocanız oyun masasında öldü dediler"(Sacide) Nahid Sırrı'nın zaman geçişlerini verdiği repliklerdir.  

"İhanet"in Hikayesi ve Oyuna Ait Bazı Notlar

Oyun önce, "Bir Canda İki Dert" ismiyle  İstanbul Şehir Tiyatroları'na teklif edilmiş,  3 Aralık 1930 tarihli dramaturgun "Telif olmak itibariyle güzeldir" notu üzerine "oynanacak" kararı çıkmış ancak sahnelenmemiş. Yazar bir büyük hikaye olarak eseri 1938 yılında hikâye olarak yayımlamış. 1939 tarihli tefrika edilen  “İki Kız Kardeş ve Bir Delikanlı” isimle tefrika edilen öykü ise İhanet'in uyarlamasıdır.

Yazar, 1953 yılında Devlet Tiyatroları'nın talebi doğrultusunda bir takım değişiklikler yapmış oyunun ismi "Bir Postta İki Aslan" iken "İhanet" olmuş ve repertuvara alınmış. Ancak yönetmenin isteksizliği nedeniyle oyun sahnelenememiş. (Oğlak Yayınları Raşit Çavaş'ın notları)

Nahid Sırrı Örik değişen, modernleşen Türkiye'ye kadın erkek ilişkileri açısından bakıyor. Sacide nişanlısına "Emniyetine sahip olmak için sana gündelik raporlar vermeyi reddediyorum" "Sokağa kalın çarşaf giyip çıkacak, evde harem dairesinde kafesli pencereler arkasında oturacak değilim ya!" diyerek "batılılaşmayı" öyle anlayan Türk kadın tipinin örneğini dile getiriyor. "Saçlarımı bile öptürmedim" diyerek kadın erkek ilişkisini bir replikte veriyor. "Sigara dumanından rahatsız olmayan kızlar" Örik'in ince gözlemini yansıtan bir ayrıntı. Sacide annesine "Babamın kabul ettiğinin senin reddetmen hiç bir zaman vaki olmamaştır" derken eski aile düzeninde kocasına muti karılık yapan kadını hatırlatıyor.

Nahid Sırrı Örik, taşranın roman ve hikâyemize girmeyişinden şikayetçidir. Hatta Türk Romanın Coğrafî durumu başlıklı makaleler yazmıştır. Eserinde Zonguldak'ı seçmesi de tesadüf değildir.1926'da İş Bankası Fransız sermayesi ile ortaklaşa Kozlu Kömür İşleri şirketini kurmuştur. Bankanın %51'i İş Bankası'na ait olsa da hâkim güç Fransız'dır.  Ereğli Şirketi mahallenin ortasına bir kilise oturtmuş, iki de papaz mektebi açmıştır. Kasaba bir sömürge kasabası gibidir. (Kayahan Özgül)





İLGİ: 

Bütün Oyunları- Oğlak Yayınları
Sanatkarlar- Oğlak Yayınları
Eski zaman Kadınları Arasında-Oğlak Yayınları
Bir Cihan Kaynanası- Bahriye Çeri- Hece
 Abdülhamid'in HAremi- Arba Yayınları
Ankara- Yakup Kadri Karaosmanoğlu- İletişim
Martı- Çehov- Maarif Vekaleti
Sanatta Dirijizm- Bünyamin Aydemir- Mitos Boyut

Ulusal Kimliği Tiyatro ile Kurmak- Elif Çongur- İmge


OYUN EKİBİ:

YÖNETMEN
ÖZEN YULA

YÖNETMEN YARDIMCISI
İCLAL KARADUMAN

DEKOR TASARIMI
HAKAN DÜNDAR

KOSTÜM TASARIMI
ÖZGE AKARSU

IŞIK TASARIMI
OSMAN UZGÖREN

KOREOGRAFİ
BANU DEMİR

YÖNETMEN YARDIMCISI
İCLAL KARADUMAN

OYUNCULAR
MEHMET AKAY
SERPİL GÜL
BAŞAK VURAL
NUR SERENGÜL
ŞİVAN BİNİCİ
LEVENT ÇELMEN
KIVANÇ DEĞİRMENCİ
SELVER KINIK ONURLU
DİDEM RUHİ
ERKAN ERKOÇ
MERVE NUR TÜRKAN
FATMA NUR İSMAİLÇEBİ
CEM SEL
DUYGU BİÇER
VOLKAN ÖZMAN
OZAN ARABACI
ULAŞ KARADAĞ
 EYLÜL AYKUT

ÜSLUP ÇALIŞTIRICISI
HÜLYA AYDOĞDU

SAHNE AMİRİ
M.MURAT TANGAL

KONDÜVİT
SİNAN GÜNEŞ





6 Aralık 2017 Çarşamba

21. İstanbul Tiyatro Festivali Üzerine Düşünceler

21.İstanbul Tiyatro Festivali bitti. Ben 9 gösteri için bilet satın aldım. (Yabancı toplulukların tümünü programıma aldım.) III.Richard iptal edilince 8 gösteri ile tamamladım festivali. Tiyatroya politik müdahale oldu, o nedenle Ostermeier ve Schaubühne İstanbul'a gelmedi diye düşünüyorum. 2012 yılında Festival ONUR Ödülü almış Ostermeier'in "korkuyorum" diye İstanbul'a gelmemesi onun adına büyük fiyaskoydu. Yönetmen, politikanın kuklası oldu. En azından onun İstanbul'a gelmesi gerekiyordu.  Ostermeier'in Türkiye'ye, İKSV'ye borcu var. Kolay kolay ödeyemez. Umarım İKSV Schaubühne ile sözleşmesini sağlam tutmuştur ve gerekli tazminatı almıştır.
Bu yılın Onur Ödülü Angelin Preljocaj'a verildi. Preljocaj ödül töreninde "Bak gelebilen geliyor" diyerek Ostermeier'ı nazikçe iğneledi.

24 Kasım 2017 Cuma

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda "Aile Prodüksiyonu" : Günün Çorbası

İstanbul Devlet Tiyatrosu "aile prodüksiyonu" sunar: Günün Çorbası

Yönetmen Taner Tunçay çevirmiş, yönetmiş, eşi Nermin Koçak Tunçay ile şarkı sözlerini uyarlamışlar, Taner Bey'in hayâli baş rolde eşini oynatmakmış, oynatmış. Bu cümlenin sonunu şöyle bağlamak geçiyor içimden: İstanbul Devlet Tiyatrosu da "hani bana hani bana" demiş. Devlet Tiyatroları'nın bu tür çalışmalara açık(yol geçen hanı) olduğunu öğrenmiş olduk. "Canım ne var bunda? Sen oyuna bak. Oyun iyi olmuşsa bize ne aileden!" diyenler olacaktır. Oyun ile ilgili düşüncelerim de olumlu değil.

23 Kasım 2017 Perşembe

Pedro Penim'in ÖNCE'si

Tiyatro Festivali'nin kitabında Önce için şunlar yazılmış:

"İstanbul ve Lizbon’da benzer anlamlar taşıyan iki sözcük çalınır kulaklara: Melankoli duygusuna, acı veren şimdiki anın inkârına, pek çok kültürde rastlanan yitip gitmiş bir mutluluğa duyulan özleme işaret eden ve de çoğunlukla bir tespit olarak dile getirilen hüzün ve saudade. Buenos Aires’de bu his mufa, Moskova’da toska, Memphis’de blues, Wales’de hiareth, Torino’da mestizia adını alır, ancak başka hiçbir yerde Portekiz ve Türkiye’de olduğu kadar yaygın bir tesiri yoktur bu sözcüklerin. Portekizli yönetmen Pedro Penim, iki yıl önce İstanbul’a taşındığında şehirdeki bu duygu durumunun etkisi altında kaldı. Onu İstanbul’dayken evinde hissettiren bu sözcükler, yönetmene bu iki duygu durumu arasındaki benzerlik hakkında yazmak için esin kaynağı oldu. Lizbon ve İstanbul’a hâkim olan bu duygu, İskenderiye’nin iç sıkıntısından Prag’ın ürpertisine, Glasgow’un kasvetinden Boston’ın umursamazlığına, ihtişamlı bir geçmişe özlem duyulan, şimdiki zamanın gerilimlerine tarihin dehlizlerinde yanıt aranan pek çok başka yerde de kendini gösterir. Önce, seyirciyi 2017’den başlayarak bir melankoli atlasının kılavuzluğunda zamanda yolculuğa davet eden bir performans."

Ne çarpıcı bir paragraf!


22 Kasım 2017 Çarşamba

Bir Fiyasko: Bak Bizim Şarkımızı Çalıyorlar(İBBŞT)

"They're Playing Our Song" işinin ustası Neil Simon'un 1979 tarihli müzikli oyunu. Ancak çok iyi bir müzik düzenlemesi ile katlanılabilir bu oyunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları "kaçak gecekondu" gibi bir yapımla repertuvarına almış, seyirci kandırıyor. Bak Bizim Şarkımızı Çalıyorlar adıyla pazarlanan çakma müzikli oyun soğuk havada üç saatini sıcak bir yerde geçirmek isteyenler için tavsiye edilir bir gösteri. Bence avm'ye gidin daha iyi.

18 Kasım 2017 Cumartesi

Emre Koyuncuoğlu'ndan PUNTA ATMAK

Türkiye'de klasik tiyatronun dışında bir  gösteri yapılıyorsa benim aklıma ilk Emre Koyuncuoğlu gelir. Emre Koyuncuoğlu klasik tiyatroyu da iyi bildiğini gösteren oyunlar da sahnelemiştir. Özgeçmişi bizde çok alışılmadık kadar uluslararasıdır, 'dolu'dur ve de o, enerji ile yoluna devam etmektedir. Yabancı bir ülkede, yabancı bir toplulukla, yabancı oyuncularla oyun sahneleyen pek az sayıdaki yönetmenden biridir Emre Koyuncuoğlu. İBB Şehir Tiyatroları kadrosunda olan Emre Koyuncuoğlu kurum bünyesindeki Çağdaş  Gösteri Sanatları Merkezi'ni yönetti. Ayşenil Şamlıoğlu ayrıldıktan  sonra merkezin yok sayılması, ödenekli tiyatrolarımızın nasıl yönetildiği konusunda da bir fikir verir elbette. İBB Şehir Tiyatrolarının kafa yapısı ve muhayyilesi Emre Koyuncuoğlu'nun yaptıklarını idraktan uzaktır. Bunun vahim ve acı tarafı da İBBŞT yönetiminin tiyatronun dünyada yaşadığı evrimi görmüyor oluşunun ortaya çıkmasıdır.  Tabii ki görev ve sorumlulukların bilincinde olmadığının da.


Punta Atmak, Emre Koyuncuoğlu'nun son çalışması, bir  hareket tiyatrosu örneği. Topluluk kullandıkları masklardan dolayı mask tiyatrosu demeyi seçmiş. Oyun Brecht'in  Kafkas Tebeşir Dairesi isimli oyununun farklı bir okuması. Bertolt Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi oyununun Mehmet Ulusoy tarafından Paris’te kurulan Özgürlük Tiyatrosu’nda sergilenen metninden ve de Kuzgun Acar’ın bu oyun için tasarladığı 140 adet masktan esinlenilerek hazırlanmış. Yasemin Nur'un maskları tasarım ve kullanılan malzemeler açılarından çok ilginç.  Kuzgun Acar'ı çok iyi hatırlatıyor. Emre Koyuncuoğlu metnin sonunu farklı bağlamış. Kadınların baş rolde oldukları yeni bir dünya hayâli elbetteki kadınların uzlaşması ile mutlu bir sona ulaşacak. Kadro, yurt dışında değişik ülkelerde hareket, fiziksel, mim tiyatrosu dallarında eğitim almış oyunculardan oluşmuş.






Gösterinin anlatımı dağınık geldi bana. Fazla parça parça. Bütünlük ve birbirini besleyen sıralama arıyor insan. Sanıyorum ki  seyirci Kafkas Tebeşir Dairesi ile ilgiyi oyunun sonlarına doğru kuracak. O zaman seyrettiklerini anlamlandırabilecek. Bu ise başlangıçta seyrettiklerinden yola çıkarak kendi kendine kurduğu dünyanın yıkılması demek.  Bence özellikle düzeltilmesi gereken bir kusur bu. Işık, yerleşim, sahneye giriş çıkış düzeni vb ile ilgili eksikliklerde mekânsal kısıtlamaların(Taşra Kabare Sahnesi) payı çok. Ama bir şey var ki o ekibe bağlı, o da her oyuncunun kendine bakması. Sahne, maalesef disiplinli bir çalışma eksikliğini gösteriyor. İsmi üstünde bu hareket tiyatrosu, iyi bir beden ve önceden iyi çalışılmış hareketlerin sahnesi burası. Eksiklik, hareketlerin tesadüfi olduğu gibi bir izlenim bırakıyor. Galiba oyuna ilk verdikleri isim (Kuzgun Acar'dan İlhamla Mask Tiyatrosu) onları "maskelerin arkasındayız ya" düşüncesine ve maskelerin cazibesine kaptırmış.   
   

Bir gece önce Terzopoulos imzalı bir gösteri seyrettikten sonra hareket tiyatrosunda kalıcı başarının, sağlam bir üs olmadan gelmeyeceğini düşündüm. Punta Atmak bu konudaki düşüncelerimi sabitledi.  Zira hareket tiyatrosu niteliği gereği yalın ve basit olandan beslenen, birlikte ve sürekli çalışmaya/yaratıcılığa çok ihtiyaç duyulan bir sanat dalı. Sadece doğuştan gelen yetenekle yapılacak ve sürdürülecek , göçebe gibi oradan oraya taşınırken yarın ne olacak diye kuşku ile bekleyerek yapılacak bir iş değil. Aslında Türkiye'de yapılacak bir iş değil ama şanslıyız ki bu işe gönlünü adamışlar var da büsbütün kurumaktan kurtuluyoruz.  Oyunun adını ilginç bulmuştum ama oyunla bağıntısını kuramamıştım.  Şimdi düşünüyorum da aslında bu gençler bu işlerle punta atarak sanatı hayatımıza tutturmaya çalışıyor.  

Melih Anık

Oyunun Künyesi:

·      Yönetmen: Emre Koyuncuoğlu
·      Mask, Kostüm ve Yerleştirme: Sibel Horada, Yasemin Nur
·      Müzik: Çiğdem Borucu
·      Işık: Arek Nişanyan

·      Oyuncular: Cemre Buğra Ün, Doğa Nalbantoğlu, Elif Sözer, Ladin Avşar, Sencan Oytun Tokuç, Sedef Gökçe, Su Güneş Mıhladız, Tules Tuğba Birincioğlu

15 Kasım 2017 Çarşamba

Theodoros Terzopoulus'un Kısa İstanbul Ziyareti, Encore/Bir Daha

Theodoros Terzopoulus kendi tarzı olan bir yönetmen. Youtube'da gezinirseniz yarattıkları hakkında bir bilginiz olur. Hayranlığınızı kazanacak oyunların, rejisini yaptığı Yunan trajedileri olacağını düşünüyorum. Köklerinden aldığı güçle, farklı ve sağlam bir bakışı var  Terzopoulus'un. Terzopoulos, Alarme, Amor ve Encore üçlemesinin Encore'u(Bir Daha) ile 21.İstanbul Tiyatro Festivali'nin konuğu oldu.




Sahnede giyinik sevişen bir çift var. Sevişme giderek birbirini yok etme hâline(tabuta giden) dönüşüyor. Yönetmen sevişmenin şehvetini, doruğa çıkarken yaşananları saniye saniye anlatmış sanki. Sevişme, birbirini yok sayma hâli, öteki olmadan olmayacak ama yalnız tırmanılacak bir zirve, çok bencil bir yükselme. Kendini dağıtırken yaşanan  doyulmayan bir duygu seli. Bir Daha oradan geliyor(bence) Sevişmenin post-modern anatomisi ya da post-modern sevişme. Belki de sevişerek cinayet.  


Gösteride Shakespeare sonelerinin rüzgârı sıyırıp geçti başımın üstünden. Sahnedeki kadınla erkeği Ophelia ile Hamlet gibi gördüm bir an. Soyut kalmış bir aşkın öfke ile yoğrulmuş hamuru. Bıçak çiğneten bir aşkın öfke, kan dolu resmi.

Encore bence yönetmenin bir provası ya da tanıtım oyunu sayılabilir. Zira diğer oyunlarında kullandığı fiziksel ve enerji boşalması örnekleri var Bir Daha'da. Yönetmen içteki enerjinin dışa çıkarılmasına çok değer veriyor. Bunu Bir Daha'da görebilirsiniz. Öte yandan bu oyun, dünyaya kolayca ulaşmasının yolu da denebilir. Az dekor, az oyuncu ile kolay taşınabilir bir gösteri. İKSV da elindeki olanakların sınırları içinde bunu getirebilmiş. Ama bence bu gösteri yönetmenin gerçek değerini göstermiyor. Bence yarım kalmış bir gösteri.İstiyorum ki yönetmen, tekniğini bizim oyuncularımızla çalışsın ve onun yönettiği bir oyunu bizim sahnelerimizde seyredelim. Taiwan'da yapmış. Bizim neyimiz eksik?   

Melih Anık

not: Şunu eklemeden geçemeyeceğim. Encore'u ayakta alkışlayan bizim seyircimiz bizden birisi yapmış olsaydı gene aynı ilgiyi gösterir miydi?

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Kadıköy Belediyesi Oyun Yazma Yarışması ve Yarışmalar Üzerine

Kadıköy Belediyesi 2017 Oyun Yazma Yarışması, katılım sayısının çokluğu, takvimi  ve değerlendirme yöntemi ile ilgimi çekti. Jüri üyelerinden biri ile yaptığım yazışma sonunda değerlendirme yöntemi ile ilgili fikir sahibi oldum. Bu yazıyı Kadıköy Oyun Yazma Yarışması'ndan yola çıkarak yarışmalar üzerine düşüncelerimi paylaşmak için yazdım.

17 Haziran 2017 Cumartesi

İBB Şehir Tiyatroları, "Genç Günler 2017" ve "Ay Carmela"


Ay Carmela Genç Günler kapsamında sunuldu. Bu vesile ile Genç Günler üzerine bir kaç söz söylemem gerekiyor. 100 yaşını geride bırakmış ama bir türlü "büyüyememiş"  İstanbul Büyükşehir Belediyesi(İBB) Şehir Tiyatroları'nın en olgun ve tutarlı olduğu iş 33. yılını idrak etmiş olan Genç Günler ama onda da ne yapılmak istendiği anlaşılır gibi değil. İBB Şehir Tiyatroları'nın "genç"ten ne anladığını çözmek bir mesele. Oyuncular mı? Oyunlar mı? Seyirciler mi? Hangisi "genç"? "Gençlik" bir  umutsa İBBŞT'nın Genç Günler'i umut vermiyor. "Gençlik"ten maksat "avangard" ise Genç Günler "avangard" değil. "Gençlik" heyecan, enerji ise Genç Günler ne enerjik ne heyecanlı. Dengesiz bir programla "festival"lik bir şey Genç Günler.
Sanchis Sinistera(1940)'nın Ay Carmela isimli oyununu  Naşit Özcan'ın rejisinden seyrettik. Ay Carmela oyun seçimi, rejisi ve oyunculuğu ile "iyi" bir oyun. Tarihsel vurgusu önemli.

19 Nisan 2017 Çarşamba

Ayşenil Şamlıoğlu Aynayı Parçalamış: Kozalar (Tiyatro Pangar)

Kozalar sezon başında en merak ettiğim oyunlardan biri idi. Merakımın ana nedeni Ayşenil Şamlıoğlu'nun yönetiyor oluşu idi. Oyunu da bugüne çok uygun bulduğum için yolum keşissin istedim. Sonunda yakaladım. Yakaladım ama şaşırdım kaldım. Oyun benim bildiğim  Adalet Ağaoğlu'nun Kozalar'ına ve  Ayşenil Şamlıoğlu'nun rejisine çok uzaktı.



18 Nisan 2017 Salı

Craft Tiyatro'nun Post-post modern Masalları: Yutmak ve Yen

 Bu tiyatro sezonunda Yutmak ve Yen çok ilgi çekti. Aynı yazıda iki oyuna birlikte bakmak istedim.

Yutarak İyileşmek: Yutmak

Craft Tiyatro, Stef Smith'in Yutmak isimli oyununu sahneledi. Oyunu Çağ Çalışkur tercüme etmiş, İbrahim Çiçek yönetmiş. Başak Daşman(Rebecca), Ece Dizdar(Anna), Merve Dizdar(Sam) oynuyor. Rebecca sevgilisi  tarafından terkedilmiş. Anna dünyadaki tüm kötülüklerden kendini sorumlu hissediyor, kendini eve hapsetmiş. Sam(antha) kadın görünümü altında karşı cinsi yaşayan biri. Tiyatral açısından oyun parçalanmış monologlar üzerine kurulu, iç sesler, kendi kendine konuşmalarla ilerliyor oyun. Dialoglarda bile iç sesler var. Başkası ile konuşurken kendini tanıyor karakter.

Oyunun elbette en dikkat çeken rolü Sam. Merve Dizdar Sam'i yorumlamakta çok başarılı. Ece Dizdar'ın Anna yorumu çok inandırıcı. Rebecca diğerlerine göre daha gündelik yaşama ait bir karakter. Başak Daşman çok rahatlıkla bu rolü "can"landırıyor.

Oyuncular rolleri "canlandırır", yönetmen ise oyunu. Oyun minimalist sahne düzeninde (dekor-ışık: Cem Yılmazer) sunuluyor. Üç kadın üç renk ile sembolleştirilmiş ancak bu renk seçiminin gerekliliği ve yerindeliği konusunda kuşkuluyum. Hareketli panolar ve sehpalarla mekân oluşturuluyor. Ev dışındaki olaylar sahne önünde yaratılan hayâli bir aksta geçiyor. Yönetmenin vurdulu kırdılı sahneler için bulduğu çözüme "ilginç"ten başka bir tanım bulamadım. Duygular, boyalar, kağıtlar fırlatılarak anlatılıyor, şiddet renkleniyor. Bunun doğru bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Oyunların ruhunu zedelememek, sesini kısmamak lâzım bence. Onlar da oyuna dahil çünkü.   

Ne "yutuluyor" derseniz? Sam sigarasından bir nefes çekerken "Eğer dumanı yeterince yutabilirsen, tadına varmayı öğreniyorsun" diyor.  Sam için sigara içmek erkekliğinin göstergesi. Rebecca için ağzına dolan kanı yutmak gerçekle yüzleşmenin, fasulyeyi yutmak da pelikan ve Anna için hayata dönmenin göstergeleri. Karakterler yutarak iyileşiyor. Bence bu metaforun zorlama olduğunu düşünüyorum.

Oyuncuların şahane oyunculuklarının yarattığı atmosfer seyirci üzerinde morfin tesiri yapıyor. Ben de oyundan çok iyi oyunculuğun yarattığı haz ile çıktım. Ancak aklımdaki soru şu: Yutmak bize neyi anlattı? Aydınlanan kadınları mı özgürleşen kadınları mı? Aydınlanma ve özgürleşme bu kadar kolay mı? Yutarak iyileşme neyin metaforu? Bu kadınlar ne kadar bizden? Bu kadınlardan yola çıkarak bizim kadınlarımızın sorunlarına ışık tutabilir miyiz? Üç kadın oyunun sonunda iyileşti(mi?). Yoksa Yutmak'ı seyrederken hepimiz yoğun bakımda mıydık?            

Şiddetli Bir Özlem: Yen

Yen'in yazarı Anna Jordan, çevirmenleri  Fatih Gençkal ve Zeynep Gültekin, yönetmeni Çağ Çalışkur.

Nevrotik, alkolik ve diabetik anneleri tarafından kendi kaderlerine terkedilen iki kardeşin sefil hayatı, pencereden dikizleyip hayaller kurdukları komşu kızın(Jennifer) evlerinin bir odasında hapsettikleri köpeklerini (Taliban)kurtarmaya gelmesiyle değişir. Hasta olan küçük kardeşe(Bobbie) bakma sorumluluğu büyük kardeşin(Hench) omuzlarına kalmıştır. Anne(Maggie) sevgilisini ikna ettiği için Bobbie'yi  kendi evine götürür. Hench ve Jen(nifer) aşık olur ve birlikte uzaklara kaçmaya karar verirler.  Kaçıştan önceki son gece Hench'in utanç duyduğu zayıf tarafı ortaya çıkar ve neşeli başlayan atışma kavgaya dönüşür, Hench  Jen'i evden kovar ve öfkesini Taliban'dan çıkarır. Annesinin düzeninde yaşayamayacağını anlayıp eve dönen Bobbie durumu  yanlış anlar Jen'i bulur, kendince cezalandırır. Bu olay oyun karakterlerinin kaderlerini değiştirir. Hepsi farklı hayatlara doğru yürür.  

Bora Akkaş(Hench), Berker Güven(Bobbie), İdil Sivritepe(Jen), Neslihan Yeldan(Maggie)  iyi oyuncular ama bu oyunda ben Akkaş'ı fazla durgun(tedbirli), Güven'i fazla motive, Sivritepe'yi fazla enerjik, Yeldan'ı fazla dramatik buldum. Bu" fazlalıklar", oyunculuğu, "overacting" düzeyine getiriyor. Oyunculuğun gereken kontrolden kaçtığını düşünüyorum. Oysa reji, örneğin ışığı dekorun bir parçası yaparken, mekânları düzenlerken, duyguları perde üzerine yansıtırken, müziği kullanırken  kontrollü bir  epik anlayışı benimsediğini gösteriyordu. Yâni "bu bir kurgu" diyordu. Buna karşı oyunculuk fazla melodramatik idi.

Dekor tasarımı Taciser Sevinç'e, ışık tasarımı Cem Yılmazer'e, ses tasarımı Özgür  Kuşakoğlu'na ait. Bence yeterliydi.

 Tiyatroda yeni dalga, derin karakter analizlerini seyirciye bırakmış gibi. Kişileri "gösteriyor",  onları üstün körü konuşturuyor, ittir kaktır ilişkileri sahneler  haline getiriyor ve seyircinin kendini oyuna kaptırmasını, oyun sonunda heyecanlanarak ayaklara fırlamasını ve de kapıdan çıkar çıkmaz unutmasını  istiyor gibi. Önce post moderni yaşadık şimdi  post-post moderne geldik çarptık.  "Modern"in önüne kaç post daha serilecek bilmiyoruz. Ama şu kesin ki bu "post"u çoğalan modernizmin "iyileşme" dediği şey  bildiğimiz bir iyileşme değil. Craft'ın her iki oyununda da ortak taraf bu. İkisinde de oyun sonunda karakterler iyileşiyor(!) Bu iyileşmeye "kendisi ile barışma" da denebilir. Ama iyileşme-barışma ile gelen değişim umut vermiyor.  Bir tür, komadaki insanlığın son iyiliği. Bu tür oyunlar, insanların neden bu hâle düştüğü ile ilgilenmiyor. Bizler de  yoğun bakımda  geçici iyiliklerinin post-post  modern masalını izliyoruz.

Craft Tiyatro, oyunculuk ile parladı bu sezon. Bu düzey oyunculuk ile doğru hikâyeler anlatırsa Craft'ın keyfine doyum  olmaz.   

14 Nisan 2017 Cuma

Beyindeki Kimyanın Oynadığı Oyunlar: Çatıdaki Yarasa (Tiyatro Kimya)

Manik depresif olarak da bilinen bipolar bozukluk hastalığının belirtileri şunlarmış: yersiz neşe yada sinirlilik hâli, aşırı konuşma, konudan konuya atlama, abartılı yüksek veya düşük özsaygı, alışveriş çılgınlığı, yalnızlık, çaresizlik duygusu, intihar düşüncesi.



10 Nisan 2017 Pazartesi

Bir TV Dizisi Giydirici'ye (İDT) Zarar Vermiş

İstanbul Devlet Tiyatrosu Ronald Harwood'un The Dresser isimli oyununu oynamak istemiş. Oyun Giydirici ismiyle tercüme edilmiş(Ergun Sav). Oyunu Hakan Çimenser yönetmiş. Oyundaki Sir rolüne çalışan Adnan Biricik sağlık sorunları nedeniyle devam edemeyince yönetmen aynı zamanda oyuncu olmuş ve "Sir" rolünü üstlenmiş. '90'lı yıllarda da sahnelenmiş oyunun arşivden indirilmesi için İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun bir gerekçesi vardır herhalde. Ben bu yazımda bunu anlamaya, anlatmaya çalışacağım.



31 Mart 2017 Cuma

Yolcu Tiyatro Roland Topor'u Anlamamış: Joko'nun Doğum Günü


Topor(1938) 16 Nisan 1997'de ölmüş. Ölümünü haber veren bir yazıda ondan "Fransız sanatının yaramaz çocuğu" olarak söz edilmiş. Roland Topor aslında pek çok şapkayı taşıyan bir insan. Çizer, karikatürist, gravür sanatçısı, romancı, şarkıcı, oyun ve senaryo yazarı, film ve tv yapımcısı, aktör. Eserleri ile birlikte şu kelimeler yanyana getiriliyor: absurd-saçma, korkunç, ölümcül, sert, kışkırtıcı, komik, fantastik, keyif kaçırıcı, gerçeküstü. Fokur fokur kaynayan bir kazandır Topor'un teknesi. Ama tüm kelimeler bir kelime içinde erir sanki, isyan. Topor bir isyancıdır.



23 Mart 2017 Perşembe

Sanat Hitler'den Daha Güçlüdür : "Bir Picasso" (Tiyatro Dor)

Daha önce  "Bir Picasso Lütfen" ve "Bana Bir Picasso Gerek" isimleriyle oynanan Jeffrey Hatcher'in "A Picasso" isimli  oyunu şimdi Tiyatro Dor tarafından Eda Söylerkaya'nın tercümesi ile "Bir Picasso" ismiyle sahnelendi. Oyunun yazarı Amerikalı ve 1957 doğumlu. "A Picasso" 2005 tarihli bir oyun.



18 Mart 2017 Cumartesi

Gayrimenkul Sektörünün Gücünü Ekonomik Kalkınmada Kullanmak için Yapılması Gerekli Çalışmalar

İnşaat sektörü GSMH'da % 20 lere varan payıyla Türk ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Kayıtdışı ekonomiyi de hesaba katarsak bu oranın % 30 lara vardığı söylenebilir. İnşaat sektörü öte yandan kendine bağlı yaklaşık bine yakın sektörü harkete geçirdiği dile getirilir. İşsizlik ve bağlı ekonomik ve sosyal sıkıntıların çözümünde direk rol oynar.

5 Mart 2017 Pazar

Bir Bo Sahne Yapımı : Son Zenne

Oyunu, övgülerin yatışmasını bekledikten sonra seyrettim. Ben seyrettiğimde  Yarkın Ünsal'ın oyunculuğu ödüllere lâyık görülmüştü. Oyun hakkında pek çok yazı yazılmıştı. Oyun hakkında yazılanları okudum. Aynı coşku, yazanları büyülemişti sanki. Doğrusu oyundan çıktıktan sonra beni de coşturan duyguların yatışmasını bekledim bu yazıyı yazmadan önce.  Belki bu yazıyı yayımladığım zamanlarda iki yıldır sahnelerde olan oyun son gösterilerini yapmakta olacak. (Aslında devam etsin isterim.) Olsun bu oyunla ilgili benim de yazım kalsın geleceğe. Bazı yazıları, unutulmayan oyunlar unutulmaz yapar.


10 Şubat 2017 Cuma

İki Yaralı İnsanın Buluşması: "Sevgiler Alıyorum, Eskici!"

Ali Erdoğan'ın özel bir insan olduğunu düşünürüm. Ayaküstü yaptığımız  kısa sohbetlerimizde saygılı bir mesafede durur. Bu kendine duyduğu saygıdan ileri gelir. Ben de ona saygı duyarım.

Ali Erdoğan denince komedi gelir akla önce. Ali Erdoğan güldüren adamdır. Ama güldürüsü kaba değildir. Onun güldürüsünde hüzün vardır. Haldun Taner'i sever belki de ondan. Ben de Haldun Taner'i severim. Belki de o yüzden onu anlarım.

Ali Erdoğan bu kez hüzünlü bir hikâyenin içine güldürü serpiştirmiş. Yarattığı Eskici tipini ben ona benzettim. Galiba haklıyım.